Ülkenin yüksek siyasetine dair bu tartışmalardan biraz sıyrılıp Elazığ’a, özellikle de Keban ile Baskil hattına baktığımızda; orada sessiz ama ısrarlı bir üretim mücadelesinin sürdüğünü görmek mümkündür.
Bu bölge, Türkiye’nin hem enerji hem tarım hem de balıkçılık potansiyelinin iç içe geçtiği bir havzadır; dolayısıyla yalnızca yerel bir ekonomik alan değil, doğru planlandığında ülke ekonomisine yön verebilecek bir kalkınma modeli olma özelliğini taşımaktadır.
Elazığ Milletvekili Semih Işıkver, bu potansiyeli harekete geçirmek, üretim odaklı bir kalkınma modelini kurumsallaştırmak adına uzun süredir çaba göstermektedir.
Ancak bu çabaların, henüz gerekli siyasi ve idari desteği bulabildiğini söylemek güçtür.
Çünkü kalkınma, bir kişinin iradesiyle değil, ortak bir seferberlik anlayışıyla mümkündür.
Ne yazık ki, diğer siyasetçilerin bu konuda elini taşın altına koymakta imtina ettikleri, yerel bürokrasinin de çoğu zaman koordinasyon eksikliğinden dolayı sürece yeterince dâhil olamadığı görülmektedir.
Keban Barajı çevresinde kurulacak yeni üretim tesisleri, Baskil’in tescilli kayısısı ve çevresindeki tarımsal zenginlik ile birleştiğinde; bölgenin sadece kendi ayakları üzerinde durması değil, aynı zamanda Doğu Anadolu’nun tamamına örnek olabilecek bir bölgesel kalkınma modeli inşa edilmesi mümkündür.
Bunun için Ankara’nın, Elazığ’ı bir rakam ya da istatistik başlığı olarak değil, stratejik bir üretim üssü olarak görmesi şarttır.
Çünkü burada biriken potansiyel, yalnızca ekonomik değil; sosyal, kültürel ve hatta millîdir.
Saklıkapı Kanyonu’nda yankılanan su sesi, Keban’daki balıkçının sabah duasıyla birleştiğinde; orada bir sessizlik değil, derin bir inanç duyarsınız.
O inanç, “ben bu toprakta üretirsem devletim yaşar” inancıdır.
İşte bu yüzden diyoruz ki:
Devlet aklıyla millet emeği birleştiği gün, Türkiye büyür;
bürokrasiyle halkın eli birleştiği gün, bu ülke yeniden şahlanır.