Sanal Hayat, Gerçek Tükeniş
Merve Taşel Öztekin
Hızla değişen ve dijitalleşen dünyamızda, "sosyal medya" kavramı artık sadece bir iletişim aracı olmanın ötesine geçerek, yeni bir yaşam alanı, hatta kimilerince bir "sanal dünya" olarak tanımlanıyor. Akıllı telefonlarımızla avuçlarımıza sığdırdığımız bu evren, bize sınırsız bağlantı, bilgi ve eğlence vaat ederken, aynı zamanda karmaşık sosyolojik ve psikolojik etkileşimlerin de merkezine oturuyor.
Sosyal medyanın inşa ettiği bu sanal dünyada, her birey kendi "avatarını" yaratma özgürlüğüne sahip. Filtreler, özenle seçilmiş kareler ve kurgulanmış hikâyeler eşliğinde, idealize edilmiş bir "ben" sunumu sürekli devam ediyor. Başarılar, mutluluk anları, kusursuz tatiller... Tüm bunlar, gerçek hayatın zorlukları, monotonluğu ve kusurları adeta gizlenerek sergileniyor. Bu durum, özellikle genç nesiller arasında sürekli bir kıyaslama döngüsünü tetikliyor. Başkalarının sahnelenmiş "oyun"larını izleyenler, kendi "sahne arkası"ndaki gerçek yaşamlarını yetersiz, sıkıcı ve eksik hissetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Peki, bu sanal dünya gerçekten de sadece bir illüzyon mu?
Elbette ki hayır. Sosyal medya, bilgiye erişimi demokratikleştirdi, farklı kültürler ve coğrafyalar arasında köprüler kurdu. Gündem anında yayılabiliyor, toplumsal hareketler organize edilebiliyor ve profesyonel ağlar oluşturulabiliyor. Birçok kişi için sosyal medya, kendini ifade etme, ait olma ve hatta iş kurma platformu haline geldi. Yeni bir "sanal sosyalleşme" biçimi yarattı.
Ancak meselenin düğümlendiği yer, sanal ile gerçek arasındaki sınırın bulanıklaşmasıdır.
Sanal beğenilerin, yorumların ve takipçi sayılarının, gerçek hayattaki öz değer ve mutluluk ölçütü olarak algılanmaya başlaması, en büyük risklerden biri. Bireyler, fiziksel çevrelerinden, gerçek dostluklardan ve yüz yüze etkileşimlerden uzaklaşarak, sanal kimliklerini beslemeye daha fazla zaman ayırıyor. Bu durum, anksiyete, depresyon ve yalnızlık gibi zihinsel sağlık sorunlarıyla ilişkilendiriliyor.Sonuç olarak; Sosyal medyanın sanal dünyası, artık hayatımızın inkâr edilemez bir parçası. Ancak bu dünyada sağlıklı bir varoluş için, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde farkındalık ve denge şart.
Gerçek hayatta "mükemmel" diye bir şeyin olmadığını kabul etmek, sanal dünyadaki içerikleri eleştirel bir gözle değerlendirmek ve en önemlisi kendi sahne arkamızı, başkasının sahnelenmiş oyunuyla kıyaslamaktan vazgeçmek gerekiyor. Teknoloji, amacımız olmamalı; sadece bir araç olarak kalmalı. Eğer bu sanal dünya, bizi gerçek hayatımızdaki mutluluk kaynaklarından, sevdiklerimizle kurduğumuz gerçek bağlardan uzaklaştırıyorsa, o zaman o dünyanın kapılarını biraz aralık bırakıp, gerçekliğin sıcaklığına geri dönme vaktimiz gelmiş demektir.